10 Haziran 2016 Cuma

İLK AŞK

İnsan hayatında ilklerin yerini hiçbir şey tutmuyor. Hep bir farklı hatırlanıyor ve özel bir anlam yükleniyor. Okula başladığımız ilk gün nasıl da heyecanla ilk defa korunaklı evimizden çıkıp okul bahçesinde sıra sıra dizilmiştik. Hangimiz hatırlamaz. İlk defa o sıraya oturup etrafımıza bakarken neler geçmişti acaba kafamızın içinden. Ya ilk sınava girişimiz, ilk işe başladığımız gün, ilk işimiz. O kadar çok ilk yaşanır ki yaşamız boyunca saymakla bitmez.

Hele o ilk yürek çırpınışları, ilk heyecanlar, o konuşmaktan bile utanıp yüzün kızarması, gördüğün anda nereye saklanacağını bilmeden bir yerlere saklanma telaşı. Kim unutabilir ki ilk defa karnında uçuşan kelebekleri, yere göre sığmayan yüreğindeki esen deli rüzgârları. 

Yani ilk aşk. İlk aşkın yeri hep ayrı olur. Ağzının içinde eriyen akide şekeri gibi geçip gitmiştir ama tadı damağında hep aynı kalmıştır yıllar içinde.

İlk gençliğin ya da on dört yaşın sevda ile ilk uyanışı o masum günahsız ilk aşkın kıvılcımları nasıl da saklanıp kalmıştır yıllar boyunca içinizde bir yerlerde. Birden anımsayıverirsiniz hiçbir sebep yokken, içiniz sızlar, yüzünüzde bir gülümseme. Ama hatırladığınız kimsenin yüzünün şekli bile belki belirsizdir anılarınız içinde. Belki şimdi görseniz bile tanımakta zorlanırsınız. Anımsadığınız içinizde saklı tuttuğunuz o sımsıcak duygulardır, farklı heyecanlardır. 

Bazılarınızın ilkokul sıralarında yanında oturduğu çocuk, ya da ilkokul öğretmeniniz. Her gün gördüğünüz bakkalın çırağı, okul yolunda birden karşınıza çıkan bir yabancı, otobüsteki genç, herkes olabilir. Yüreğiniz size mi soracak kime takılıp kalacağını. 

Belki mahalledeki o güzel gözlü çocuk. Gizli gizli bakışmalar, gördüğünüz anda yüreğinizden havalanan kuşlar. Hangi köşeyi dönseniz birden karşınıza çıkacakmış gibi her yerde onunla karşılaşmalarınız, sonra elinize tutuşturulan bir not. İçinde iki kelime, o sımsıcak elinizi dağlayan, masum, size gülümseyen, içinizi ısıtan o iki kelime. O nasıl bir mutluluktur ki hala düşündükçe içinizi ısıtmaya devam eder.

Ne masum yıllardı onlar, onsuz bir dünya düşünemediğiniz insanın elinin bir teması bile ayaklarınızın yerden kesilmesine sebep olabilirdi. Saçının bir telinin sahibi olmak, mendilin içinde o saç telini tekrar tekrar görmek nasıl bir sevinçti. Verilen bir çiçeğin kurutulmuş hali defter sayfalarının içinde yıllarca size gülümsemiştir mutlaka. Ya ilk şiir denemeleri, çocukça, saf. 

Yağmurda bir şemsiye altında, utangaç bir gülümseme dudaklarının kıvrımlarında öylece konuşmadan okul yolunda birlikte yürümek, oyunlarda bile kollandığını korunduğunu bilmek nasıl bir güvence verirdi ki hayat size hep tozpembe görünürdü. 

Kim yaşamamıştır ilk aşkın deneyimini? Bence herkes bir şekilde ucundan veya kıyısından ya da en yakıcısından yaşamıştır. Yıllar sonra izi kalan şey o yaşanan duygulardır. 

Sonra; sonrası yok, büyüdük biz, ayrı çevrelerimiz oldu, ayrı hayatlarımız oldu. Hatta acılarımız dertlerimiz. Ancak çocukluğumuzun ve ilk gençliğimizin o büyülü sıcak duygulu dünyası çok gerilerde kalmasına rağmen yine de zaman zaman ufacık bir gülümseme ile bile olsa hatırlanıyor. Bir şarkı, bir anı, bir bakış veya bir koku yetiyor anımsamaya.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder